Bu düşüncelerle odamdan çıktım. Epey bir zamandır, karşımdaki kuru soğuk tahta bankta oturmakta olan bir kadın vardı. Biraz daha dikkatlice bakınca, kadının kucağında, bir mumya gibi her yanı kirlenmiş sargı bezleriyle sarılı minnacık bir çocuk olduğunu fark ettim! Henüz üç dört yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bu çocuğun, kafasında, kollarında bacaklarında her yanında sargılar olmasına rağmen annesinin kucağında, arada bir serçeler gibi cıvıldamaktaydı. Kadına;
-Ablacığım neyi bekliyorsunuz burada dedim. Kadın, hemen yanımızdaki hariciye polikliniğini göstererek
- Doktoru bekliyorum. Öğleden beri buradayım, ameliyatta olduğunu söylediler, belki gelebilir dediler.
- Ne işiniz var ki, dedim.
Kucağındaki minnacık çocuğu göstererek,
-Bunun için araştırma hastanesine sevk alacağım, dedi.
Eğilip biraz daha dikkatlice baktım çocuğa. Kafasında, yüzünde, kollarında bacaklarında ve hemen hemen vücudunun her yanında sargı bezlerinin bile kapayamadığı yanık yaraları vardı. Yüzüne baktım, o minnacık yüzde burun yoktu!
Ürperdim, içim acıdı.Tüm vücuduma sanki o çocuğun acıları, sızıları yayıldı. Ve yüreğimde uzun zamandır bu iş ortamında hiç canlanmayan bir duygu, şefkat merhamet duyguları bir volkan gibi kabardı.
- Ne oldu ablacığım, bu yavruya dedim.
- Yandı, Aşkale’deki depremde evimiz yıkıldı, çocuklarımla kurtulduk. Çadıra çıktık. Bir gece çadırımızda yangın çıktı, bir kızım bu yangında can verdi, kucağındaki çocuğu göstererek, bununla beraber ablasını da yaralı kurtarabildik.
O minnacık, uzaktan bakıldığında mini mini bir kanaryaya benzeyen çocuk, o yaştaki anne kucağındaki bir çocuğun yaptığı gibi elini kolunu sallıyor, sonrada acıyor olacak ki ağlamaya başlıyordu!
Üzerinde sargı bezlerinden başka doğru düzgün elbise olmadığından ve sargılardan seçemediğimden,
-Abla bu kız mı oğlan mı dedim.
-Kız, adı da Sinem, dedi..
- Abla bu çocuğu yatırıp, tedavi filan yapmıyorlar mı, dedim.
-Yok, kardeş sigortalı olduğumuz için buraya getiriyoruz, buradan da Araştırmaya sevk ediyorlar, onlarda sadece pansuman yapıyorlar. Aylardır böyle gidip geliyoruz. Bazen araştırmada azarlayıp, kızıyorlar da, ‘ne diye bize sevk ediyorlar’ diye.
Daha dikkatli baktım, çocuğun burnu, yanık nedeniyle hemen hemen hiç yok gibiydi. Yukarda da söylediğim gibi vücudunun hemen hemen her yanında derin yanıklar vardı ki, kadının söylediğine göre aylar geçmesine rağmen halen açık yara durumundaydılar. Kadın,
- Bunun birde ablası var, ortaokula gidiyordu. Onunda yüzünde ve birçok yerine bunun gibi yanıklar var. Şimdi kızım okula da gitmediği gibi evden dışarı, kimsenin yanına da çıkmıyor, pansuman için hastaneye bile getiremiyoruz, dedi.
O sırada Hariciye doktoru geldi, kadın ve çocukla beraber polikliniğe girdim. Doktor önceden de bildiği için hiç bakmadan hemen sevk kâğıdını yazmaya başladı. Ben,
-Hocam bu çocuğun durumu ne olacak, siz araştırmaya sevk ediyorsunuz onlarda sadece pansuman yapıp gönderiyorlarmış, bunun ciddi bir tedavi durumu yok mu, dedim. Doktor,
-Bizim yapabileceğimiz herhangi bir şey yok, bu çocuğun plastik ve estetik cerrahide tedavisi görmesi lazım, dedi.
İçimde öyle bir sevgi, merhamet, şefkat duygusu oluşmuştu ki, bunları öylece bırakamazdım.
-Hocam olmaz böyle bir şey, bu minnacık yavruyu böyle bırakamayız, bunun için mutlaka bir şey yapmamız lazım, diyerek doktora çıkıştım. Doktor bey bana şaşırarak baktı,
-Benim yapabileceğim en önemli şey, annesi isterse İstanbul’a sevk etmek. Ancak İstanbul’da tedavi çok uzun sürer, gitmek istiyorlarsa hemen sevklerini yazayım dedi.
Anneye döndüm;
- Biz İstanbul’a gidemeyiz. Orada tanığımız kimsemiz yok, ben kadın halimle ne yaparım oralarda dedi.
Üniversite Hastanesine sevkini alarak doktorun yanından çıktık. İçim yanıyordu, ancak ne yapacağımı bilmiyordum. Artık işi gücü her şeyi unutmuş, bu çocuk ve annesi için mutlaka bir şey yapmak istiyordum. Aklıma bir fikir geldi. Bir haber ajansında tanıdığım biri vardı. Anneyi odama oturtturdum. Hemen bu haber ajansını aradım, buradaki arkadaşa çocuğun durumunu anlatmaya çalışarak,
-Hemen bir kamera gönderin, haber yapın, belki yetkililere ulaşır da bunlar için bir şeyler yaparlar dedim.
Ajanstaki arkadaş, arkadaşlarının dışarıda haber peşinde olduklarını, eğer onlara ulaşabilirse buraya yönlendireceğini söyledi. Bundan bir şey çıkmayacağını anladım. Çünkü vakit dardı, anne acılar içinde kıvranan yavrusunun acılarını bir nebzecikte olsun dindirebilmek umuduyla bir an önce üniversite hastanesine gitmek istiyordu ve zaten mesai saati de bitmek üzereydi.
Hemen odamdaki fotoğraf makinası alıp, anneye,
-Abla size gerçekten yardımcı olmak istiyorum, ancak şuan için bir şey yapamadım. Eğer müsaade edersen çocukla beraber fotoğrafınızı çekeyim, bende bulunsun belki bununla bir şeyler yapabiliriz dedim. Müsaade etti. Bir iki kare fotoğraflarını çekip, içim yanarak onları yolcu ettim.
O dönemlerde, şimdiki gibi yaygın sosyal paylaşım siteleri yoktu, e-mail grupları vardı. Bende şehrimizle ilgili bir e-mail grubuna üyeydim. Bu grupta şehrimizle ilgili tartışmalar yapılmaktaydı. Akşam fotoğrafları evimdeki bilgisayara yüklerken o minnacık kuşa bir daha yandım. Sonra mail gruplarındaki mesajlara göz attım. Şehrimizde yaşayan ya da şehrimiz dışındaki birçok hemşerimizin mesajları, yazıları vardı.
Hepside hamasetle şehir adına çok yüksek perdeden, eften püften şeylerden bahsediyorlardı. Bende içimi dökecek bir yer arıyordum zaten, hemen gruba şunları yazdım.
“Değerli hemşerilerim, hepiniz hali vakti yerinde olan insanlarsınız. Sırtınız pek, tuzunuz kuru. Burada şehir adına atıp tutmak güzelde, acaba fili olarak bu şehir ve bu şehirde yaşayanlar için gerçekten bir şeyler yapıyor musunuz, yeri geldiğinde elinizi taşın altına koyabiliyor musunuz? Bunlara evet diyorsanız buyurun; işte size çok büyük bir fırsat:
Kalplerinizin yumuşamasını, huzurla, huşuyla dolmasını güzelleşmesini, bu güzelliğinde yüzünüze, yaşantınıza yansımasını istiyorsanız, bu minnacık yavruya ve annesine yardım edin!”
Anneyle çocukların dramınıda yazarak bunlara sahip çıkmalarını istedim.
Hamdolsun sesimiz duyuldu. Önce şehrin valiliği hem bu grupta hem de basın aracılığıyla kamuoyuna bir duyuruda bulundu, “Biz bunlara sahip çıktık ev yaptık” dediler. Ancak o an için sorun ev değildi. Sonra İstanbul’daki bir zengin hemşerimiz yazdı, eğer adreslerini bize ulaştırırsanız, biz elimizden geleni yaparız. Adresi verdim.
Onların bir şeyler yapıp yapamadıkları hakkında bir bilgiye ulaşamadım.
Fakat yerel bir sitede yayınladığım, çocuk ve annesinin fotoğraflarıyla beraber, hikâyelerini TRT muhabiri görmüş ve aileye ulaşp, detaylı bir haber hazırlamış.
Bu haberin ardından birçok yerden yardım talepleri gelmiş. En önemlisi ise, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden uzanan yardım eli olmuş! Onlar, çocukları ve annelerini İstanbul’a götürüp, tedavileriyle beraber tedavi sürecindeki her türlü ihtiyaçlarını da karşılamışlar.
O minnacık; dargın, kırgın, hüzün ve korku dolu bakışların yansıdığı gözlerden benim yüreğime bir damla sevgi düşmüştü.
Öyle bir sevgiydi ki, hiçbir karşılık beklemeden, hiçbir menfaat ummadan oluşan bu duygu bana göre kutsaldı. Her derde deva, her soruna çözüm, her sıkıntıya çare olabilecek güç ve etkiye sahip yüce bir duyguydu bu!
Ve şunu anladım ki; İnsanı güzelleştiren, yüceleştiren ve gerçekte insanlaştıran, şefkat, merhamet, fedakârlık, hoşgörü gibi bütün erdemlerin ana kaynağı “Sevgiymiş”.
3. Bölüm İçin Lütfen Tıklayınız
İsmail Hakkı Kavurmacı